Cesarettepe Kahramanı Mehmet Çavuş’un Öyküsü
Bu memleket ve millet için canını vermiş, kanını akıtmış nice kahramanlarımız unutulup gitmiştir tarihin karanlık sayfalarında… Bu gizli kahramanlardan biridir Kırşehir Çiçekdağı Safalı Köyü’nden 1891 doğumlu Hacı Hasan oğlu Mülazım Mehmet (Canpolat) Çavuş.
Mehmet Çavuş’un kaderi, komşu ilçe Yozgat Yerköylü Ali Galip Bey’in harp hatıraları Gazeteci Erhan Palabıyık tarafından derlenip Kültür Bakanlığı’nca “Kurtuluş Savaşı Günlüğü” adıyla yayınlanınca değişti.
Erhan Bey’in gönderdiği nüfus kaydı ve askeri belgelerde Mehmet Çavuş’un Arıburnu, Cesarettepe’de tüm şehit ve gazi Mehmetçikler için yapılan “Mehmet Çavuş Anıtı” bölgesinde savaştığı siperlere “Mehmet Çavuş Siperi” adının verildiğini öğreniyoruz. Askeri kayıtlardan onun 1911 yılında köyünden çıkıp Balkan Harbi’ne katıldığını, ardından Çanakkale Cephesi’ne koştuğunu görüyoruz. 26 Nisan 1915’ten Haziran 1915’e kadar Cesarettepe siperlerinde düşmanla savaştığını, ağır yaralı olarak İstanbul’a hastaneye götürüldüğünü o dönemin basınından öğreniyoruz. İstanbul gazetelerinin onun kahramanlıklarını yazdığını, Padişah V. Mehmed Reşat tarafından da rütbesinin teğmenliğe yükseltildiğini okuyoruz. İyileşince, doktorlar üç ay hava değişimi izni verirler Mehmet Çavuş’a. Onu Kırşehir’e götüren tren 18 Temmuz 1915 tarihinde Ankara garına uğrayınca İkdam Gazetesi’nin genç muhabiri onu tanır. “Çanakkale’den bir harp hatırası anlatır mısın çavuşum?” diyerek yanına sokulur. O da başlar anlatmaya:
– “Şimdi Cesaret Tepesi namını alan tepede her tarafımız düşman tarafından sarılmış, bulunduğumuz sırada susuzluk bizi pek ziyade tazyik ettiğinden, tepenin eteğindeki Korku Deresi’nde bir çamur kaynağı oluşturan yeri kazarak olabildiğince içilebilecek kadar değilse de, dudaklarımızı ıslatacak kadar su çıkarmaya teşebbüs ettik. Düşman bize bunu da çok gördü. Hemen toplarıyla üzerimize ateş açtı. Allah’ın kudretine bakın ki, ilk attığı mermi bizim kazmaya uğraştığımız kaynağa saplandı. Aradığımız su kaynamaya başladı. Allah’ımıza şükrettik. Suyu şükür içtik. Kuvvetimiz yerine geldi. Allah’ımızın bize yardımcı olduğu hakkında imanımız kat kat kuvvetlendi. Cesaretimiz bir o kadar daha arttı” diye.
Mehmet Çavuş Çanakkale’deki askerimizin manevi gücünün nereden geldiğini de anlatır. Ali Galip Gençoğlu, Mülazım Mehmet Çavuş’la son karşılaşmasını anılarında şöyle anlatır:
– “Sene 1963. Rumlar Kıbrıs’ta Türkler’e katliam yapıyor, Türkiye müdahale edemiyordu. O dönemin başbakanına “Kıbrıs Türklerine sahip çıkın” diye bir mektup yazmıştım. Bir gün Yerköy’deki gazete büromun önünden geçen Mülazım Mehmet Çavuş’u büroma davet ettim. Başbakana yazdığım mektubu ona da okudum. İki gazi memleketin hallerini ve geçmişteki savaş yıllarını hasbıhal ettik.
Bir ara duygulandı Mülazım Mehmet Çavuş:
– “Vücudumdaki yaraların miktarını bilemiyorum. Beni doktorlara muayene ettirin. Kanunun bahşettiği haklardan bana da bir hak tanıyın” dedim. “Duyan bile olmadı. Bir kurşunla vurulup gitseydim, şehit olmuş, hizmetlerimin mükafatını almış olurdum. Bu mukadder değilmiş. Hiç olmazsa şuracıkta ömrümüzü yoksulluktan kurtarmak istedim, buna da aldırış eden olmadı”
Ali Galip:
– “Ağam, harp madalyaların yok mu?”
Mehmet Çavuş:
– “Evet, vardır. Gerek harp madalyalarım ve gerekse İstiklal madalyam vardır. İç cebimdedirler. Madalyalara yakışır bir kılığım olmadığı için madalyalarım bana şeref değil bir utanç olduğu için iç cebimde taşımaktayım” diye cevap verir.
Bu kahraman gazimiz 25 Ocak 1972 tarihinde Hakk’ın rahmetine kavuşur. Tüm şehit ve gazilerimize şükran ve minnet borçluyuz. Ruhları şad, mekanları cennet olsun.